Tıpta Devrim Yaratan Kadın: Mary Putnam'ın Unutulmuş Hikayesi
2024-12-28
Yazar: Ayşe
Mary Putnam, 10 yaşındayken yazdığı "Harika olurdum" cümlesiyle bir hedef belirliyordu. "İyi işler yapardım. Böylece öbür dünyaya geçsem de insanlar benden sevgiyle bahsederdi," diyordu. Bu satırlar 1852 yılında kaleme alınmıştı ve Putnam, gerçekten de tıpta devrim yaratarak önemli bir iz bıraktı. Ancak bugün çoğu insan onun adını bile bilmiyor.
Son günlerde yayınlanan Lydia Reeder'ın "The Cure for Women" (Kadınlar İçin Çare) adlı kitabı, Putnam'ın ölümünden 120 yıl sonra, onun mirasını hatırlatmak amacı taşımaktadır. Mary Putnam, New Yorklu tanınmış yayıncı George Palmer Putnam'ın kızı olarak doktorluk hayaliyle büyüdü. 1868 yılında büyük bir çaba göstererek Sorbonne Üniversitesi tıp fakültesine kabul edilen ilk kadın öğrenci oldu. Mezuniyetine sadece bir sınav kala, İkinci İmparatorluk'un çöküşüyle Paris'ten ayrılmak zorunda kaldı.
Mezun olduktan sonra, özellikle kadın sağlığı alanında çalışmalar yürüten Putnam, New York Kliniği'nde çalışırken Kadınlar Tıp Koleji'nde dersler vermeye başladı. O dönemde, kadınların tıp gibi bir alanda kariyer yapması zor iken, Putnam bu engelleri aşarak dönemin önde gelen pediatri uzmanı Abraham Jacobi ile evlendi.
1876 yılında Harvard Üniversitesi tarafından verilen prestijli Boylston Tıp Ödülü’ne layık görülen ilk kadın oldu ve "Kadınların regl döneminde dinlenmeye ihtiyacı var mı?" konulu yazısı ile dikkat çekti. Bu yazı, o dönemde kadın hakları hareketinin bir parçasıydı ve kadınların regl döneminin bir hastalık değil, bir sağlık durumu olduğunu güçlü argümanlarla açıkladı.
Putnam, regl döneminin kadının zihinsel ya da fiziksel sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisi olmadığını araştırmalarla kanıtladı. Anketlerle kadınların regli sürecinde yaşadıkları sağlık durumlarını inceleyerek, o zamanki erkek egemen söylemi altüst etti. Hatta bu süreçte sağlıklı bir bebek doğurması, kadınların zihinsel ve fiziksel sağlığı arasındaki bağlantının yanlış kurulduğunu gösteren somut bir örnek olarak kaydedildi.
Ayrıca, tıbbın önde gelen isimlerinden biri olan S. Weir Mitchell ile de karşı karşıya geldi. Kendi kadın hastalarını evdeki dört duvar arasında kısıtlayante dogmatik tedavi yöntemlerini savunan Mitchell, kadınların kendilerini kötü hissetmelerinin en büyük sebebinin bu kısıtlamalar olduğunu değerlendirmedi.
Putnam, bu bilimsel ve insani yaklaşımının yanı sıra, Charlotte Perkins Gilman gibi yazarların da ilham kaynağı oldu. Gilman, Putnam'ı tedavi eden doktor olarak onun yöntemlerini uygulama şansı buldu ve kısa sürede sağlığına kavuştu.
Putnam özellikle kadınların hakları ve tıp alanında eşitliği savunarak, birçok kadına kapı açan bir yol gösterici oldu. Ancak hayatı boyunca birçok trajedi de yaşadı; en sevdiği oğlu 8 yaşında difteri nedeniyle hayatını kaybetti. Putnam, bu acı tecrübeleri sonrasında yayınladığı makalesinin başlığında "Kendisine Tanı Koyup Öldüren Hastalık" yazdı.
Hayatı boyunca hırs, ortaklık, zafer ve kayıplarla dolu olan Mary Putnam'ın, tıpta bıraktığı miras ve kadın hakları için verdiği mücadele hâlâ günümüzde ilham vermeye devam ediyor. Reeder, kitabında onun kararlılığını aktarırken, aynı zamanda Putnam'ın yazdıklarının arşiv derinliği konusundaki eksiklikleri vurguladı.
Sonuç olarak, Mary Putnam, bilime olan güveni ve cesaretiyle erkek egemen söylemi değiştirme görevini üstlenmiş, böylece bizlere bugünün sağlık ve kadın hakları üzerindeki tartışmaları anlamamız için sağlam bir temel bırakmıştır. Günümüzde hala kadınların hakları ve eşitliği konusunda daha iyi söylemler üretilmesi gerektiğini vurgulayan bu hikaye, kadınlığın gücünü ve azmini gözler önüne sermektedir.