NASA’nın ‘Curiosity’ keşif aracı, Mars yüzeyinde 3,7 milyar yıl önce oluştuğu tahmin edilen antik dalga izleri keşfetti. Bu izler, gezegenin geçmişte suyla kaplı olduğunu ve bugünkü kurak haliyle bir tezat oluşturduğunu gösteriyor.

Mars, Güneş Sistemi'nin dördüncü gezegeni olup, kızıl rengini demir oksit içeriğinden alıyor. Yüzeyinde hala var olduğu düşünülen volkanlar, eski akarsular ve derin vadiler bulunsa da, atmosferi insan yaşamı için uygun değil. Bununla birlikte, Mars’ın geçmişte daha sıcak ve sulak bir iklime sahip olduğuna dair güçlü kanıtlar bulunuyor.

‘Curiosity’ aracı, 2012 yılından bu yana Mars’ı inceliyor ve iki yıl önce keşfedilen antik gölet ve göl ile ilgili izleri inceleyerek önemli bulgulara ulaştı. Bu bulgular, gezegenin yüzeyindeki antik suların, rüzgar etkisiyle oluşturduğu dalgalı yüzey yapısıyla örtüşüyor.

Sciences Advances dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Caltech’tan John Grotzinger ve Michael Lamb, Mars’ta keşfedilen dalga izlerinin yer aldığı Gale Krateri'nde, bu dalgaların Dünya’daki göl ve plajlarda ortaya çıkan rüzgâr dalgalarıyla benzerlik gösterdiğini aktardılar. Gelen veriler, bu dalgaların 3,7 milyar yıl önce oluştuğunu ve o dönemde Mars’ta sıvı hâlinde su bulunduğuna işaret ediyor.

Bu keşif, Mars’ın geçmişte kalın bir atmosfer ve daha sıcak bir iklime sahip olduğunu düşündürüyor. Araştırmalar, göletin derinliğinin muhtemelen 2 metre civarında olduğunu ortaya koydu. Bunun yanı sıra, keşfedilen ‘Prow’ adındaki dalga izleri, bir zamanlar rüzgarla şekillenen kumullar gibi doğal oluşumların bulunduğu bir bölgeden geliyor.

Mars’ta dalga izleriyle yapılan bu araştırmalar, geçmişte gezegen üzerinde su kütlelerinin yaygın olabileceğini ortaya koyarken, NASA’nın Opportunity aracı daha önce de dalga izleri keşfetmişti. Ancak o dönem keşfedilen izlerin ait olduğu su kütlelerinin doğasının belirsiz olduğu ifade ediliyordu.

Gelecekte Mars'ta sıvı su kütlelerinin varlığı hakkında daha kesin verilere ulaşmak için yeni misyonlar ve keşifler planlanıyor. Bu keşifler, sadece Mars’ın tarihini anlamamızda değil, aynı zamanda yaşam bulma potansiyelini araştırmamızda da kritik bir önem taşıyor.